“İzmir, Yerel Seçimler ve Toplumcu Belediyecilik Sempozyumu” 17 Aralık günü İzmir Mimarlık Merkezi’nde düzenlendi. Mülkiyeliler Birliği İzmir Şubesi, ODTÜ Ege Mezunları Derneği, Mimarlar Odası İzmir Şubesi ve Jeoloji Mühendisleri Odası İzmir Şubesi’nin Düzenleme Kurulu’nda yer aldığı sempozyumda dünyadan, Türkiye’den ve İzmir’den halkçı yerel yönetim deneyimlerinin ve mücadele mekânlarına yeniden-nasıl dönüştürülebileceği, dönemin tanıkları, araştırmacılar ve mevcut yerel yönetim liderleriyle birlikte tartışıldı.
Çeşitli emek-meslek örgütlerinden üyelerinin, üniversite öğrencilerinin, sanat, akademi ve belediyecilik alanından farklı disiplinlerden gelen uzmanların siyasal-yönetsel, sosyo-kültürel, şehircilik, ekolojik, ekonomik ve diğer kentsel sorunlara ilişkin tartışmalar yürüttüğü sempozyumun sonuç bildirgesi de yayınlandı.
Bildirgenin tamamı şöyle:
“21. Yüzyılın modern kentleri, sınıfsal eşitsizliğe dayalı kapitalist birikimin (gelişmenin) devamlılığını sağlamak üzere tasarlanan ve mekâna doğrudan müdahalelerle inşa edilen sosyal-fiziksel ölçekleri ifade etmektedir.
DOĞAL KAYNAKLAR, KÜLTÜREL MİRAS YOK EDİLİYOR: Günümüzde kentler, kapitalizmin yeni liberal politikalarının belirleyiciliği altında biçimlenmekte ve dönüştürülmektedir. Küreselleşme süreci ve sermayenin kentleşmesiyle birlikte Türkiye kentlerinde ortaya çıkan toplumsal eşitsizlikler ve mekânsal ayrışmalar derinleşerek genişlemektedir. Halkımızın büyük çoğunluğu için tarihsel-kültürel ve temsil ettiği sosyal değerler bağlamında anlamı olan mekânlar, sermaye için değişim değeri haline dönüştürülerek doğal kaynaklarımız, tarihi-kültürel mirasımız ve ekolojik dengeler yok edilmektedir.
Nüfusunun yüzde 70’inin kentlerde yaşadığı Türkiye’de kentli nüfusun % 95’lere kadar artışı öngörülürken kentsel mekânlardaki barınma, altyapı, eğitim, sağlık, ulaşım vb. temel kamusal hizmetler karlılık açısından önemli potansiyele sahiptir ve sermayenin yeni birikim alanları olarak seçilmiştir.
Sermayenin değişken hareketliliğinin sonucunda kentler birbirini bütünleyen işlevlerinden uzaklaşarak, girişimci, rekabetçi, yarışmacı birimlere dönüşürken; yerel yönetimler de sermaye birikiminde önemli bir araç haline gelmiştir.
Tüm bu süreçte, her bir kentin ve yerel yönetim biriminin kendi kaynak ve potansiyellerini sermayeye sunacağı, sürece rekabetçi olarak katılacağı, birbiriyle yarışan kentlerin ortaya çıktığı bir yerel dünyalar sistemi kurulmaktadır. Kamusal yönetimlerin birer şirket gibi yönetileceği, kentsel müştereklerden temel kamusal hizmetlere kadar birçok alan sermayenin ihtiyaçlarına yönelik yeni kentsel rantlar olarak dönüştürülmektedir.
SOSYAL BELEDİYECİLİĞE KARŞI TOPLUMCU BELEDİYECİLİK: 1977 yerel seçimler öncesinde formüle edilen toplumcu belediyecilik ilkeleri bugün halktan ve emekten yana belediyeler kurma iddiasında olanlar için güncelliğini korumakta; özellikle de şirketleşme, ihalecilik ve taşeronlaşmaya karşı olması bakımından 1980’lerde gittikçe güçlenen “sosyal belediyecilik” çizgisinden ayrılmaktadır;
1. Üretici Belediyecilik: Toplumcu belediye kentsel hizmetleri öncelikle kendisi üretecek, piyasadan satın almayacaktır.
2. Kaynak Yaratıcı Belediyecilik: Toplumcu belediye “kaynak yok” diye yakınmayacak, kaynağı öz gücüyle yaratacak ve hakkı olan kaynağı almak için siyasal iktidar üzerinde baskı kuracaktır.
3. Tüketim Düzenleyici Belediyecilik: Toplumcu belediye tefecilere, tüccarlara, fırsatçılara imkân tanımayacak ve kentsel hizmet piyasasını düzenleyecektir.
4. Demokratik-Katılımcı Belediyecilik: Toplumcu belediye karar alma süreçlerinde meclisler kurarak kent halkının dışlanmış kesimlerini karar süreçlerinde etkin hale getirecektir.
5. Birlikçi-Bütünlükçü Belediyecilik: Toplumcu belediyecilik belediye siyasetini sınıf siyasetinin bir parçası olarak görecek, aynı zamanda emek-meslek örgütleri ve diğer toplumcu belediyelerle ülke düzeyinde ve uluslararası alanda birlikler oluşturacaktır.
Sermaye kendini yeniden üretmek için kentsel rant alanlarına gözünü dikmiştir. Yakın zamanda açıklanan 12. Kalkınma Planı çerçevesinde oluşturulan sermaye programı ile ücretlerin baskı altına alınacağı, özelleştirmelerin artacağı ve kamu harcamalarının kısılacağı anlaşılmaktadır. Yoksullaştırmanın, güvencesizliğin, gelir dağılımındaki adaletsizliğin devam edeceğinin ilanı olan bu program; AKP döneminin önemli bir hegemonya aracı olan sosyal yardım programlarını güncelleyerek devreye sokacağının da habercisidir.
MUHALEFET GÜNDEMİNE ALMAK ZORUNDA: Çoklu krizler olarak ifade edilen içinden geçtiğimiz bu süreçte ekonomik kriz, iklim krizi, şiddetlenen kır-kent karşıtlığı ve otoriter rejimler karşısında hem toplumsal muhalefet hem de yerel yönetimler kentlerde demokratikleşmeyi, kamucu yatırımları, toplumcu üretimi ve bölüşüm politikalarını gündemine almak zorundadır.
2023 Genel Seçimleri sonrası toplumun geniş kesimleri ile muhalefet güçlerinde yaşanan demoralizasyon sürecini aşacak ve AKP rejiminin ideolojik-politik alanda yarattığı hegemonyaya karşı ortak yaşam tahayyülüne dönüştürecek, halkın özneleşmesini sağlayan umut ve mücadele mekânları oluşturarak somut kazanımlara dönüştürülmesi; geleceği planlayan, örgütleyen eşit yurttaşlığın kurulduğu bir anlayıştan geçmektedir. Bunun için 2024 Yerel Seçim süreci, yerel özneler ile yan yana gelecek kitlesel ve mahalli mekanizmaları şimdiden oluşturmayı hedeflemeli, mevcut meclis vb. örgütlenmeler ile temasa geçilmelidir.
Sempozyumun örgütleme sürecinde olduğu gibi dayanışma, bağımsız mücadele ve demokratik katılım temelinde yan yana gelişleri artırmaya ihtiyacımız var. Kamusal haklar için mücadele eden emekçi sınıflar ile teknik birikime sahip uzmanların birlikte düşünmesine ve harekete geçmesine imkân veren buluşmalar çoğaltılmalıdır.
GÜLTEPE’DEN DİKİLİ’YE TOPLUMCU BELEDİYECİLİK GELENEĞİ: Sosyal Bilimci Mübeccel Kıray İzmir’i “örgütleşemeyen bir kent” olarak tanımlamıştı. Kıray’ın 1960’lı yılların sosyal ve ekonomik hayatından hareketle yaptığı tespit, Gültepe ve Dikili’de hayata geçen yerel yönetim deneyimleriyle, Tariş ve Bergama gibi direniş örnekleriyle ve daha yakın zaman önce Gezi direnişiyle adeta dayanaksız kalmıştır.
Çünkü İzmir örgütlendi, hakkı için mücadele etti, geleceğe iz bıraktı…
1970’lerde Gültepe’nin 1980’lerde Dikili deneyiminin bıraktığı mirasın en dikkat çekici yanlarından biri yerel halkın, en zor koşullarda dahi yerel yönetimin karar alma süreçlerine ve yerel kamusal hizmetlerin üretimine katılma yönündeki talepleridir. Dolayısıyla İzmir’deki toplumcu belediyecilik uygulamaları yerel halkın siyasal bir özneye dönüşmesinin örneklerini sunmaktadır.
Yine her iki deneyimin bıraktığı önemli bir diğer iz, merkezi yönetimin siyasi, ekonomik ve “hukuki” yaptırımlarla baskı altına almaya çalıştığı yerel yönetimlerin yerel sakinlerce sahiplenilmesi ve gayrihukuki müdahalelere karşı savunulmasıdır. Bu bakımdan Gültepe ve Dikili deneyimleri, Kürt şehirlerindeki kayyum atamaları konusunda hem yakın geçmişe hem de gelecekteki muhtemel uygulamalara karşı bir direniş hafızası yaratma potansiyeline sahiptir. Merkezi yönetimin belediyelere yönelik kurduğu baskının sonucunda yerel yöneticilerinin tutuklamalara ve görevden alınmaya maruz bırakıldığı Gültepe ve Dikili yerel yönetimlerinin bu süreci yerel sakinlerden gelen destekle aşabilmeleri, yerel yönetimlere karşı hukuki ve siyasi baskılara karşı en güçlü dayanağın yerel yönetimlerin yerel halk tarafından sahiplenilmesi ve savunulması olduğunu göstermektedir.
Bu örnekleri zamanın sosyo-kültürel ve tabii ki siyasal iklimiyle sınırlı şekilde değerlendirmek ne kadar eksik ve yanlışsa, yaşanmışa yeniden hayat vermeye çalışmak da aynı derecede günün gerçeklerinden ve gerçek ihtiyaçlardan uzaklaşmak olacaktır. Dolayısıyla İzmir’in sorunları ve ihtiyaçları tespit edilmeli ve bunlara belediyecilik anlayışının odağında yer açılmalıdır. İzmir’in toplumsal dokusu renklidir, çok seslidir, özgürlükçüdür. Ülkenin genelini yansıtmakla beraber, kentin sosyo-kültürel özellikleri farklılığı gizlenemeyecek derecede açık etmektedir.
Aynı zamanda yoksulluk, işsizlik İzmir’in diğer kentlerimizle ortak paydasıdır. Kentsel üretimde, kaynak yaratmada, adalet, eşitlilik ve refahı tesis etmede yetersiz kalındığı sır değildir.
KENTİ BEKLEYEN DEPREM TEHLİKESİ: Diğer yandan İzmir’in diğerlerini neredeyse tali plana itecek derecede bir sorunu bulunmaktadır: Deprem. İzmir’in yapı stokunun olası bir depremde iyi sınav vermeyeceği bilinmektedir. İzmir’de jeolojik yönden sakıncalı alanlar yapılaşmaya açılmış, zemin-yapı ilişkisi dikkate alınmadan yoğunluklar artırılmış, kentin üst ölçek imar planları iğdiş edilmiştir. Bu durum yapı üretim sürecinin taşıdığı olumsuzluklarla da birleşince, 100 kilometre uzakta meydana gelen Sisam depremi bile İzmir’de yıkıma ve can kaybına yol açmıştır. Yapı stokunun büyük bir kısmının riskli olduğu İzmir kentinin toplum yararı temelli, barınma ve çevre hakkını esas alan dönüşümü, bu kentin sahiplerinin en tabii ihtiyacıdır.
Bununla birlikte İzmir körfezinin su kalitesinin iyileştirilmesi, temiz çevre hakkının en temel talebi olmalıdır. Atık su şebekesi ve arıtmasından, derelerinden veya körfezinden kaynaklı kokmayan bir İzmir, halkın temiz hava hakkıdır. Damacanaya ya da ev arıtmasına mecbur olmadan musluğundan akan suyun içebilmesi en temel su hakkıdır. Şiddetli yağmur yağdığında su baskınlarının önlenmesi en temel altyapı hakkıdır. Tüm bu haklar çerçevesinde verilecek kent hakkı mücadelesi toplumcu belediyeciliğin yol haritası olmalıdır.
YEREL SEÇİM İÇİN REHBER İLKELER: Toplumsal hak taleplerinin çeşitlenerek arttığı günümüz kentlerinde, yerel yönetimlere ilişkin yaklaşım ve ilkelerin de güncellenerek geliştirilmesi ihtiyacı kentsel politikaların en önemli amacı durumuna gelmiştir. Kentin geniş kesimlerinin talepleri haline gelmiş halkçı politikalar, 2024 yerel seçimlerinin rehber ilkeleri şeklinde aşağıdaki haliyle sıralanabilir:
Yoksulluğu zamanda ve mekânda öteleyen ve ihtiyaç sahibi kesimleri merkezi ve yerel idarelere muhtaç hale getiren yardım politikaları yerine yoksulluk sorununu uzun vadede ortadan kaldırmaya amaçlayan üretim alanlarını yaratmak, kolektif üretim ve karar mekanizmalarını savunan kooperatifleri desteklemek,
Demokrasi, çoğulculuk ve özgürlük ekseninde 2013 Gezi direnişi öncesinde ve sonrasında açığa çıkan yeni toplumsal hareketler veya örgütlenme ağları ile ilişkiler geliştirmek, kentin kıyıları, ormanları, tarım alanları ve su havzaları sermayenin yeni kar alanlarına dönüştürülmek istenmesi,
Tüm bir ekosistemi denizi, havayı ve suyu olduğundan çok daha fazla kirletecek olan bu yeni yerleşim ve ticari alanların açılmasına karşı ekoloji mücadelesi veren halkın ve kurumların yerel kent konseylerini belediye başkanlarının kendi katılımcısını yarattığı sermaye tabanlı STK’lar birliği olma durumundan çıkarıp, örgütsüz oldukları için karar alma süreçlerine ve kentsel kaynaklara uzak olan toplumun dışlanan kesimlerinin meclisi haline getirmek, demokratik kamusallığın yeniden kurulduğu kent hakkı okulları olarak yeniden yapılandırmak,
Kent suçlarına karşı emek-meslek örgütleri ile birlikte mücadele etmek, kentin anayasası olan imar planlarını doğal, kültürel, tarihi alanları koruması önceliğiyle kamucu ve toplumcu bir çerçevede hazırlamak, bu alanlarda ekoloji mücadelesi veren halkla dayanışma içinde olmak,
Toplumsal cinsiyet eşitliği temelinde kadın ve LGBTİ+ mücadelelerini desteklemek, bu konuda faaliyet gösteren kurumlarla protokoller imzalamak,
Dışlanan inanç ve kültürel kimliklerin diğer kent halkıyla eşit şekilde belediyelerde temsil edilmesini ve kentsel hizmetlerden faydalanmasını sağlamak,
Engelliler, yaşlılar, gençler ve çocukların karar süreçlerinde etkin olduğu yerel modeller oluşturmak,
Sokak hayvanlarına ilişkin koruyucu ve kapsayıcı politikalar geliştirmek,
Günümüzde genellikle belediye başkanlarını parlatma alanına dönüşmüş uluslararası belediye uygulama ödül piyasaları yerine, emekçi sınıfları önceleyen; eşitlik, adalet ve barış temelinde kurulmuş uluslararası kentsel ağlara dâhil olmak,
Sosyal medya, yapay zeka ve yeni gelişen bilgi-iletişim teknolojilerini tüketim ve toplumsal gözetim alanı olma niteliğinden çıkarıp dijital kamusal alanlara dönüştürerek anti kapitalist, karşı mücadele ağlarını yaratmak,
Katılımcı bütçe uygulamalarını belirli bir pilot alanda uygulayıp; mahalle, kent ve bölgesel düzeyde yaygınlaştırmak,
Doğa olaylarını afete çeviren sermayenin rant politikalarına karşı kamucu iktisadi ve mekânsal planlamayı savunmak, kenti deprem tehlikesine göre düzenlemek ve yapıları deprem dirençli hale getirmek,
Ekolojik krizler aynı zamanda birer kentsel krize dönüşmüştür. Artarak gelişen kitlesel göçler, tarım alanlarının zehirlenmesi, ormanların yok olması, su kaynakların kirletilmesi, küresel ısınma gibi krizleri; kentsel ve kırsal planlama ile birlikte ve kamucu bir şekilde ele alarak çözmek,
Toplumcu belediyecilik ilkelerini ve programını benimsemiş ve bu ilkeleri uygulamak için çaba sarf eden belediyeleri “toplumcu belediyeler birliği” ağı etrafında bir araya getirmektir.
Son söz ortak tarihsel belleğimizden süzülen ilk sözümüzdür. Üretenlerin yönettiği bir ülke düşleyen ve bunun için mücadele edenlerin, yerel yönetimlere dair sözü de üreten/yöneten ilişkisindeki diyalektikte gizlidir.
Fransa’nın başkenti Paris’in yoksul banliyölerinden Grigny Belediye Başkanı Philippe Rio’nun halkçı politika ve uygulamaları sonucu Belediye Başkanları Vakfı tarafından 2021 yılında dünyanın en iyi belediye başkanı seçilmesi, yine İspanya Endülüs bölgesindeki Marinaleda Belediyesi’nin mücadeleyle kattığı tecrübeler, en zor koşullarda bile toplumcu belediyeciliğin hayata geçirebileceğini hepimize gösterdi.
Bugün, öyle bir kent düşlüyoruz ki belediye organizasyonu kentsel sorunların çözümünde, kentsel ihtiyaçların tespitinde ve giderilmesinde sadece ama sadece kolaylaştırıcı pozisyonda yer tutsun. Belediyeler, kentlilerin söz ve karar hakkının hayata geçmesi, işlerlik kazanması için “yetkilendirilen” bir kurum olarak tanımlansın.
Eşit yurttaşlık ve kentlilik bilinci birbirini tamamlayan kavramlar olarak kent hayatının belirleyicisi ilan edilsin.
Ortak bir gelecek tahayyülümüz var. Yeryüzünün kentlerini, umut ve mücadele mekânlarını kolektif akılla, dayanışmayla, bilimle ve tarihsel deneyimlerle kurabiliriz.
Toplumcu belediyecilik teorik bir kurgu değil, pratik bir deneyim geliştirme biçimidir. Hiçbiri birbirine benzemez. Bu deneyimlerin en büyük örneği de Paris komünüdür.
Fatsa’dan Dersim’e uzanan başarı, bunun mümkün olabileceğini göstermektedir. Evet, halkçı, kamucu, toplumcu belediye mümkündür ve bu anlayışın başarılı örneklere ihtiyacı bulunmaktadır.
Gültepe’den Batman’a, Batman’dan Fatsa’ya, Fatsa’dan Dikili’ye, Dikili’den Fındıklı’ya, Fındıklı’dan Akdeniz’e(Mersin), Akdeniz’den Bağlar’a, Sur’a (Diyarbakır), Ovacık’a (Dersim) başarılı örnekleri inceleyeceğiz, tartışacağız, kavrayacağız, içselleştireceğiz ve fakat en önemlisi onları aşmaya, çoğaltmaya, daha iyisini yapmaya gayret edeceğiz.
Ve hep birlikte, kayyum atanan 48 Belediye ve hala cezaevinde olan belediye başkanları için, yine Sempozyumumuza gönderdikleri mesajlarla mücadele azmimizi yükselten Can Atalay ve Tayfun kahraman ve diğer Gezi tutsakları için sesimizi daha çok yükselteceğiz.
Çünkü ‘bu sokaklar, bu alanlar, bu kentler bizim'”